4 Haziran 2009 Perşembe

Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir


Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

ataturk_1 Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!

"Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetişerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek dikkatinden, bir an vazgeçmesin!"

“Vatandaşlar! Vatanınızda herhangi bir şahsı, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evlâdınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî mevcudiyetinizi bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz.”

Mustafa Kemâl ATATÜRK-1925

ataturk_imza-1

BASIN AÇIKLAMASI

20.yılındaki Atatürkçü Düşünce Derneği dün olduğu gibi bugünde saldırıların hedefindedir.

Kurucu Genel Başkanı, kurucu üyeleri, görev başındaki genel başkan yardımcıları gizli örgütler tarafından katledilen derneğimizin bugünkü genel başkanı, genel başkan vekili ve genel yönetim kurulu üyeleri artık hukuk adına hukuksuzluk kullanılarak yıldırılmak istenmektedir. Yirmi yıldır tek değişen, saldırının yöntemi olmuştur.

Bugün kamuoyunda Ergenekon diye adlandırılan soruşturmanın yeni bir aşaması ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Öyle görünüyor ki Atatürk düşmanları, Atatürkçülüğün kökünü kazıyana dek bu işi sürdürmek niyetindeler. Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyette bugün Atatürkçü olmak tehlikeli bir hale dönüşmüştür. Atatürkçüyseniz sabahın olmadık saatinde evinize bir kalabalık geliyor. Eviniz saatlerce hallaç pamuğu gibi didik didik ediliyor. Ondan sonra yaşınıza, mevkiinize aldırmadan oradan oraya koşturuluyorsunuz. Bazen bir gün, bazen iki gün sandalye üzerinde bekletilerek sorgulanıyorsunuz. Bu sırada Atatürk düşmanı gazeteler sizin "suçlarınızı" manşetten duyuruyor, kimi köşe yazarları " oh olsun" havasında yazılar yazıyorlar. Televizyonlarda boy gösteriyorsunuz, sonra sizi tutukluyorlar. Ve cezaevinde aylarca, yıllarca unutuluyorsunuz. İddianame çıkacak da, suçum nedir, anlayacağım diye bekliyorsunuz. Binlerce sayfalık iddianameler içinden çıkılmaz bir kabus olarak karşınıza dikiliyor. Ömrünüzden giden ve gidecek zamanları düşünerek cezaevinde " adaletin tecellisini" bekliyorsunuz.

Değerli basın çalışanları !

Sözü uzatmak istemiyoruz. Yaptığımız kimi saptamaları size sunuyoruz.

1- Türkiye'nin en saygın, en Atatürkçü, en demokrat yasalara en saygılı insanları inanılması olanaksız suçlamalarla götürülmekte, özgürlüklerinden yoksun bırakılmaktadırlar. Bu ulus, bu halk, Atatürk sayesinde yok edilmekten kurtuldu. Devletimizi Atatürk kurdu. Atatürkçüleri hedef alan bu hareket Türkiye'yi nereye götürmek istemektedir? Bu soruyu yüksek sesle soruyoruz. Şunu belirtmekte yarar görüyoruz. Böyle giderse bu süreçten olan bitenleri alkışlayan İkinci Cumhuriyetçilerimiz de büyük olasılıkla yakalarını kurtaramayacaklardır.

2- Bu gidiş AB'nin de, ABD'nin de onayını almaktadır. Kapatma davasına ve başka davalara serbestçe müdahale eden bu dış güçler bu konuda hiç ses çıkartmıyorlar. ABD'de ki iktidar değişikliğine umut bağlayanlar varsa onlarda bu son gelişmelerle herhalde uyanmış olacaklardır.

3- Ne yazık ki Atatürk'ün kurduğu adalet cihazımız bugüne değin bu yasa dışı gidişi durduramamaktadır.

Değerli arkadaşlar!

Karanlık günler yaşıyoruz ve yönümüz ortaçağ karanlıklarına doğrudur. Bu zor günlerde unutmayalım ki Türkiye'nin tek kurtuluşu Atatürkçülüktedir.

Cumhuriyetten yana olan tüm siyasi partileri, sendikaları, demokratik kitle örgütlerini, Cumhuriyeti savunan tüm yurttaşlarımızı birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.

ADD GENEL MERKEZİ

13 Nisan 2009

Devamını oku "Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir"

ATATÜRK KİMDİR?

 ATATÜRK KİMDİR?


Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyor ki: "Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir." Öneri nedir? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri ayni anda kutlasın önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler;
"Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız" sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal.
Sonra ne mi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum" diyecektir.

İste o muhteşem belge diyor ki;

"ATATÜRK KİMDİR;
ATATÜRK ULUSLARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ,
OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BIR İNKILAPCI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,
İNSAN HAKLARINA SAYGILI,
DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ,
BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN,
EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI,
TÜRKIYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"

Var mi böyle bir metin!
Bir filozof der ki "bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin."
Su anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz.
İste bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır.
Esi olmayan devlet adamı metni.

(Prof. Dr. İlknur Güntürkün KALIPÇI'nin yazısından)

Devamını oku "ATATÜRK KİMDİR?"

3 Haziran 2009 Çarşamba

Fethullah Gülen ve Türkiye'deki İslamcılık Tehlikesi

Fethullah Gülen'in Büyük İhtirası
Türkiye'deki İslamcılık Tehlikesi

by Rachel Sharon-Krespin
Middle East Quarterly
Winter 2009

http://www.meforum.org/2071/fethullah-gulenin-buyuk-ihtirasi

Original English version of this item: Fethullah Gülen's Grand Ambition

Türkiye'nin iktidar partisi AKP, yonetiminin yedinci yılına girerken Türkiye artık bu partinin ikitidarı eline geçirdiği yıldaki laik ve demokratik ülke değildir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye'nin temel kimliğini değiştirmiştir. AKP'nin yükselişinden önce Ankara'nın yüzü Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'ya çevriliydi. Bugün, Avrupa Birliği'ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştırıp Rusya ve İran'a yaklaştırmış ve Türk dış politikasının Orta Doğu'daki pozisyonunu yeniden şekillendirerek, İsrail'e duyulan sempatiden vazgeçip Hamas, Hizbullah ve Suriye'ye yönelik dostlukları geliştirmiştir. Amerikan karşıtı, anti-Hırıstiyan ve anti-Semitik duygular artış göstermiştir. Türkiye'nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP'nin siyasi makinası değil, gizemli Hocaefendi Fethullah Gülen tarafından yönetilen sinsi İslamcı tarikat da vardır. Bu İslamcı tarikat, kendini hoşgörü ve uzlaşma savunucusu olarak göstermeye çalışıyor olsa da, tam tersi birtakım karanlık işlerin peşinde koşmaktadır. Bugün Fethullah Gülen ve takipçileri, yani Fethullaçılar, sadece iktidarı etkilemekle yetinmiyor, iktidarı ele geçirmeye çalışıyorlar. Bugün Türkiye'de 85 bin cami var. Yani, her 800 vatandaşa bir cami düşüyor. Bunu bir de hastane sayısıyla karşılaştıralım: Her 60 bin vatandaşa bir hastane. Türkiye'de kişi başına düşen cami sayısı dünyadaki en büyük orandır. Bir de 90 bin imamı düşünün. Doktor ve öğretmen sayısından daha çok.

Türkiye'de medrese benzeri binlerce imam-hatip okulu ve sayısı 4.000'i aşan devlet destekli resmi Kuran kursları var—bu rakama gayri resmi Kuran kursları dahil değildir. Onları da eklerseniz, en az on kez daha büyük bir rakamla karşılaşabilirsiniz. Diyanet İşleri Bakanlığı'nın harcamaları beşe katlanmıştır. 2002'de 553 trilyon Türk lirası (yaklaşık 325 milyon Amerikan doları) harcama yapmış olan bakanlık, harcamalarını AKP'nin ilk dört buçuk yıllık iktidarı sırasında 2.7 katrilyon liraya çıkarmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.[1] Türkiye'de Cuma namazına katılım oranı, İran'ınki aşıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay'ın hükümlerine karşın, devlet okullarında zorunlu Sünni İslam eğitimi devam ediyor.[2] Hem Başbakan Erdoğan, hem Diyanet İşleri Bakanı Ali Bardakoğlu "ulema danışalım"a karşı gösterilen tepkileri eleştirmişlerdi.

amerikafethullah Bütün bu gelişmeler arasında, Fethullah Gülen Türkiye'nin siyasi platformunu şekillendirmeye çalışan bir artör olarak ortaya çıkıyor. Bunu yaparken de hem AKP'nin içindeki yandaşlarını kullanıyor, hem de cemaatin inanılmaz derecede büyük meyda imparatorluğunu, finans kurumlarını, bankalarını, işletme birimlerini, binlerce okul, üniversite, ışıkevleri ve benzeri kurum ve kuruluşlardan oluşan uluslararası ağını harekete geçiriyor. Fethullah Gülen bir finans imparatorudur. En iyi tahminlerle, 25 milyar dolarlık kontrol dışı ve karanlık bir bütçesi var.[3] Fethullahçı cemaatin AKP'yi doğrudan destekleyip desteklemediği, AKP'yi iktidara getiren güç olduğu henüz tam anlamıyla kanıtlanmamış olsa da, detaylar o kadar da önemli değil. Her ne olursa olsun, Fethullah hareketi AKP'nin iktidara gelmesini sağlayan en büyük güçtür.

Fethullah Gülen'in Geçmişi

fettos-1 1942 yılında Erzurum'da doğan Fethullah Gülen, kendisini peygamber olarak kabul eden bir imamdır.[4] Batı dünyasında pekçok kişinin reformcu ve hoşgörü[5] savunucusu olarak alkışladığı, Türkiye ve Türkiye ötesi için "ılımlı İslam"ın katalizörü olarak kabul edilen sırlarla dolu bir kişi Gülen. Batı'da, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde, bir "aydın", "bilim adamı" ve "eğitimci"[6] olarak övülen Fethullah Gülen'in eğitimi beş yıl devam ettiği ilkokulla sınırlı. Sertifikasını aldıktan sonra, önce Edirne'de daha sonra da İzmir'de imamlık kariyerini devam ettirdi. Gülen, 1971'de yasadışı dinî faaliyetlerinden dolayı (örneğin, yasadışı yaz kamplarında gençlerin beynini yıkamak) güvenlik güçleri tarafından tutuklandı ve ondan sonra zaman zaman son derece laik Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yakın takibe alındı.[7] 1981 yılında, vaizlik görevinden emekli oldu.

fethullah_gulen_papa_elele_ Kendisini dinlerarası diyaloğun savunucu olarak pazarlayabilmek için Papa II. John Paul ile diğer Hıristiyan liderler ve Musevî hahamlarla[8] buluşup bu üç din arasındaki ortaklıkları vurguladı. Fethullah Gülen, kendisini ve hareketini Anadolu mistisizminin günümüzdeki hoşgörü versiyonu olarak satmaya çalışıyor; bu yaparken de Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre gibi büyük mistik düşünürlerin edebî eserleri kullanıyor; kendisinin bu sufilerin hoşgörü mesajlarını paylaştığı sahte imajını yaratmaya çalışıyor.[9] Bu düşünürlerden yapılan alıntılar Fethullah Gülen'in propaganda malzemelerini süslüyor.

Fethullah hareketi, emrindeki bütün örgütler ve üniversiteler (büyük paralar akıtmaya devam ettiği Georgetown üniversitesi dahil), Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Avrupa'da Gülen konferansları düzenliyorlar. Ekim 2007'de, İngiltere Lordlar Kamerası Fethullah Gülen onuruna bir konferans organize etti.

bas_fettos Gülen, Sa'id-i Nursî olarak da bilinen Şeyh Sa'id-i Kürdî'nin (1878-1960) öğrencisi ve mürididir. Nursî İslamcı Nur hareketinin kurucusudur.[10] Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, yeni Türk parlementosunda yaptığı bir konuşmada, Cumhuriyet'in İslamcı temellere dayandırılması gerektiğinin savunusunu yapmış; Atatürk'e, Atatürk devrimlerine, çağdaş ve laik Cumhuriyet'e ihanet etmiştir.

Gülen, 1998'de şeker hastalığı tedavisi bahanesiyle Amerika Birleşik Devletleri'ne kaçtı. Bu göç aynı zamanda Gülen'in 2000'de Türkiye'yi dinî bir ayaklanmaya teşfik eden ve gizli kameralarla kayda alınan vaazlarından dolayı yargılanmasını da örtbas edebilmesi imkanını sağladı. Gönüllü sürgününden buyana, Fethullah Gülen Pennsylvania'nın doğusunda, şehirden uzak büyük bir malikânede kendisini koruyan ve hizmette kusur etmeyen yaklaşık 100 müridiyle ikamet ediyor. Bu uşaklar, türban ve cübbeli geleneksel İslamcılar gibi değil, eğitim görmüş, takım elbise giyip kıravat takan çağdaş görünümlü erkeklerden oluşuyor. Uşaklar, Hocaefendi'lerinin emirlerine bağlı, hatta Hocaefendi'nin buyruğu gereği elli yaşlarına kadar evlenmeyi reddeden kişilerden oluşuyor. Bir gün evlendiklerinde, Fethullah'ın direktifleri doğrultusunda, eşlerinin şeriat kurallarına göre giyinmeleri zorunlu tutuluyor.[11]

Gülen'in Eğitim Şebekesi

Fethullah Gülen şebekesinin temelinde onun eğitim kurumları var. Gülen'in eğitim şebekesi muhteşem. Tam otuz beş yıl Fethullah'ın sağ kolu olarak görev yapmış olan Nurettin Veren'in tahminlerine göre, Türkiye'deki iki milyon hazırlık okulu öğrencisinin yüzde 75'i Gülen okullarına kayıt yaptırmıştır.[12] Gülen, bütün Türkiye'ye yayılmış binlerce seçkin ortaokulu, üniversiteyi ve öğrenci yurlarını kontrolü altında tutuyor. Bunlara en büyüğü Fatih Üniversitesi olan özel üniversiteler de dahil.

Türkiye dışında Gülen hareketi yüzlerce ortaöğretim kurumu ile dünyanın her yanına yayılmış, yaklaşık 110 ülkede düzinelerce üniversite işletiyor. Fethullah bütün bunları Allah rızası için yapmıyor elbette. Gülen'in adamları 8 ila 12. sınıf gençliğini hedefleyip, bu gençleri Işıkevleri'nde eğitime tabi tutup beyinlerini yıkıyorlar. Fethullah okullarında eğitilen bu gençler gelecekteki hukuk, politika ve eğitim kariyerlerine hazırlanıyorlar. Bu süreçte hedeflenen tek bir amaç var: bu gençleri geleceğin İslamcı Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetici sınıfları olarak hazırlamak. Emirlerini doğrudan Fethullah Gülen'den alan zengin Fethullahçılar, okullar ve Işıkevleri açmaya devam ediyorlar. Bu, Sabah yazarı Emre Öz'ün "eğitim cihadı" dediği olaydır.[13]

Bu okullar şebekesi, daha büyük bir stratejinin sadece küçük bir parçasını teşkil ediyor. 2006'da yaptığı bir mülakatta Nurettin Veren "Bu okullar dükkânların vitrini gibidir. Örgüte yeni katılımlar ve İslamcılaştırma faaliyetleri gece derslerinde yapılıyor... Bizim eğittiğimiz öğrenciler şimdi Türkiye'nin en yüksek mevkilerinde oturuyorlar. Bunların arasında, valiler, hâkimler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan subaylar var. Hükûmetin parçası bakanlar var; bunlar Gülen'e danışmadan hiçbirsey yapmazlar" demişti.[14]

AKP'nin tartışılan eğitim politikaları ve yandaşı Fethullahçı okullarda devam eden İslamcı beyin yıkama faaliyetleri,Türk toplumunun İslamcılaştırılması sürecini hızlandırmıştır. İktidarının ilk döneminde, Erdoğan'ın AKP hükûmeti okul kitaplarını değiştirmiş, dinî dersleri vurgulamış ve binlerce imam Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki kadrolarından alınıp Türkiye'nin her yerinde öğretmen ve yönetici olarak atanmıştır.[15] Aynı zamanda bir Fethullah Gülen sempatizanı olan, Türkiye'nin ilk İslamcı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yusuf Ziya Özcan gibi bir Fethullahçıyı YÖK Başkanı olarak atamıştır. Gül, Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanarak, pekçok Fethullahçıyı Türkiye Cumhuriyeti'nin üniversitelerine rektör olarak atamayı da başarmıştır.

Türkiye dışında da Fethullahçı okullar örgüte yeni üyeler kazandırmak için kullanılan bereketli topraklar gibidir. Türk kökenli Fransız bilgini Bayram Balcı, Institut d'Etudes Politiques'te savunduğu, "Orta Asya'daki Gülen Okulları" konulu doktora tezinde şunları yazmıştı: "Fethullah'ın amacı Türk milletinin İslamcılaştırılması ve dış ülkelerde İslamın Türkleştirilmesidir. Fethullah'ın yurtdışındaki düzinelerce okulu—çoğu erkek çocuklar için açılmıştır—doğrudan 'okul içinde' olamasa da 'okul dışında' zorla İslam'a döndürme amacıyla kullanılmaktadır." Balcı konuya biraz daha açıklık getiriyor: "Fethullah devlet, din ve toplum arasındaki ilişkiyi yeniden canlandırmak istiyor."[16]

Fethullahçı Nur hareketinin Orta Asya'daki okulları, yıllarca Sovyet baskısı tarafından laikleştirilmiş bölgelerde İslam'ın yeniden canlandırılması için mücadele etmektedir. Balcı bu durumu şöyle açıklıyor: "Cemaat'in amacı, geleceğin İngilizce ve Türkçe konuşan, Fethullahçılara ve Türkiye'ye olumlu bakan milli elitlerini eğitip etkisi altına almaktır." Bu kuşkular nedeniyle bölgedeki pekçok ülke Gülen'in eğitim kurumlarına karşı önlemlerini almıştır. Özbekistan bu okulları şeriatı teşfik ettikleri gerekçesiyle yasaklamıştır.[17] Rus hükûmeti de Fethullah hareketinin Federasyon'un çoğunluğu Müslüman olan bölgelerdeki faaliyetlerine kuşku ve endişeyle bakmakla kalmayıp sadece Gülen okullarını değil, Nur tarikatının ülkedeki bütün faaliyetlerini yasaklamıştır.[18]

Elbette Özbekistan ya da Rusya çoğulculuğa verdikleri önemle bilinen ülkeler değil ama Gülen okullarına ve Fethullahçı beyin yıkama faaliyetlerine karşı duyulan şüpheler, Hollanda gibi ülkelere de sıçramıştır. 2008'de Hollanda'nın Hırıstiyan Demokrat, İşçi, ve Muhafazakar partileri, "Türk imamı Fethullah Gülen"le ilişkisi olan kurumlara yapılan devlet yardımlarının birkaç milyon Euro düzeyinde kesilmesini öngörmüş ve Gülen cemaatinin bütün faaliyetlerinin en ince detaylarına kadar soruşturulmasını istemiştir. Bu kararın verilmesinde Gülen'in Işıkevi'nde çalışan Amsterdam merkezli Uluslararası Soysal Tarih Enstitüsü directörü Erik Jan Zürcher ile beş eski Fethullah cemaati üyesinin Hollanda televizyonda Cemaat'n adım adım laik düzeni yıkmaya çalıştıklarını belirtmeleri etkili olmuştur.[19]

Soruşturmaya alınan kurumlar Gülen hareketiyle olan bağlarını inkâr etmiş olsalar da, Zürcher hareketin Batı'yla olan bütün ilişkilerinde tipik takiyye ideolojisini uyguladığını belirtti. Adı belirtilmeyen ama Gülen okullarında ve Işıkevleri'nde çalışmış eski bir Cemaat üyesi, Fethullahçıların Hollandalıları "pis, günahkâr kâfirler" olarak tanımladıklarını rapor etti. Aynı kişi, Fethullahçıların "En iyi Hollandalı Müslüman olmuş olandır. Bütün Hollandalılar Müslümanlaştırılmalıdır" dediğini belirtti.[20] Güya "hoşgörü" öğreten ve yüzden fazla ülkede at koşturan binlerce Fethullahçı okuldan bir tanesi bile Suudi Arabistan ya da İran gibi şeritın pençesine düşmüş ülkelerde faaliyet göstermiyor. Bu okullar, laik Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerdeki öğrencileri radikal İslamcılığa yönlendirmeye programlanmışlardır.

Kontrol Mekanizmalarının Altüst Edilmesi

Fethullahçılar Türkiye'nin 200,000 polisli Emniyet teşkilatını işgal etmeyi de başarmışlardır. Bu sızmanın korkunç etkilerinden biri, Fethullahçı polislerin laik Cumhuriyet'e bağlı polisleri sindirip yerlerine Hocaefendi'ye bağlı polisleri yerleştirmiş olasıdır. Nurettin Veren'in sözleriyle, "Emniyet teşkilatında polis üniforması giyen imam başkanlar var. Pekçok komiser emirlerini bu imamlardan alıyor."[21] İstanbul Emniyet Teşkilatı bünyesinde yer alan Organize Suçlar Masası'nın eski başkanı Serdar Saçan hazırladığı raporlarda Fethullahçı örgütün güvenlik güçlerine sızdığını doğrulamıştır. Saçan, 2006'da verdiği bir mülakatta şunları söylüyordu:

Fethullahçılar, Emniyet Teşkilatı bünyesindeki örgütlenmelerine 1970lerde başlamışlardır. Polis akademilerinde, öğrenciler sınıf komiserleri tarafından Işıkevleri'ne götürülüyorlardı. Bu komiserlerden biri bugün Emniyet Teşkilatı'nın başına geçmiştir. Benim Polis Akademisi'nde bulunduğum yıllarda, mesela AKP'nin iktidara geldiği 2002'de, Fethullah Gülen örgütüyle ilişkisi olmayan polislerin ya maaşları kesilmiş ya da işten atılmışlardır... Polis Akademisi'nden birincilikle mezun oldum ve yirmi dört yıllık kariyerim boyunca mesleğimdeki üstün başarılarımla gurur duydum. 2002'den sonra, AKP terfi etmemi engelledi. AKP, sadece dosyaları karşıdevrimci İslamî faaliyetlere katılmakla kirlenmiş polisleri terfi ettirdi... Teşkilat'ta yükselmenin tek yolu, belli bir Cemaat'e üye olmaktan geçiyordu. Bugün Emniyet Teşkilatı'ndaki üst düzey polislerin yüzde sekseni Fethullah Cemaati'nin üyesidir.[22]

Elbette bu tip afedelerin bir bedeli vardır.[23] Ekim 2008'de, Türk polisi Saçan'ı "hükûmeti devirmeye çalışan Ergenekon'a üye olduğu" komplosuyla tutuklamıştır.[24] Perçok araştırmacı, Ergenekon komplosunun AKP hükûmetinin kendisini eleştirmeye kalkışan kişileri taciz edip cezalandırmak için kullandığı bir siyasi mekanizma olduğuna inanıyor.[25] Gazeteci yazar Merdan Yanardağ Ankara Emniyet Teşkilatı'ndaki İslamcı sızmaya dair bazı istatistikler sunmuştur. Yanardağ şöyle diyor:

Ramazan'dan önce Ankara Emniyet Teşkilatı'ndaki personele yemek sayısını belirlemek bahanesiyle Ramazan'da oruç tutup tutmayacakları sorulmuştur. 4.200 memur arasından sadece 17'si oruç tutmayacaklarını belirtmiştir. Bu on yedi kişiden bazılarının hasta olabileceğini de göz önüne alırsanız, bu oranın ne ölçüde korkunç olduğunu anlarsınız.[26]

2008 baharındaki telefon dinleme skandalları da Emniyet Teşkilatı'nın en önemli birimlerindeki Fethullahçı yapılanmayı göstermektedir. Nisan 2007'de Türk Emniyet Teşkilatı'na mahkeme kararıyla verilen sınırsız yetkileri kullanarak, teşkilatın Türkiye'deki bütün telefon, cep telefonu, SMS, e-posta, fax ve internet iletişimlerini gizlice kaydetmesi, pekçok Türk vatandaşının kişisel telefon konuşmalarının Fethullahçılar tarafından dinlendiği korkusu daha da büyümüştür.[27] Fethullahçıların Emniyet Teşkilatı'nı istila etmesi, teknolojiyi kısıtlayıp bilgiyi denetimleri altında tutması, Türkiye içindeki siyasi emellerini gerçekleştirmelerini sağlıyor. Söz gelimi, Şubat 2008'de Tuğgeneral Münir Erten'in gizlice kaydedilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak Kürdistan'ına yapacağı askerî operasyon hakkındaki konuşması, Genelkurmay Başkanı ile yaptığı özel görüşmenin detayları ile General Ergin Saygun'un sağlık durumuyla ilgili kişisel bilgiler pekçok websitesinde yayınlanmıştır.[28]

Bir sonraki ay YouTube dahil pekçok websitesi, savcı Salim Demirci ile bir meslektaşı arasındaki Erdoğan ve o zamanki Diyarbakır valisi ve Erdoğan ofisinin danışmanı olan Efkan Ala hakkındaki konuşmaları yayınlanmıştır. Erdoğan, Demirci hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.[29] Haziran 2008'de, İslamcı Vakit gazetesi Saygun'un tıbbî raporunun tamamını yayınlamış, şeker hastası olduğunu ve Gülhane Askerî Hastanesi'nde gördüğü bütün tedavileri ve aldığı bütün ilaçları bütün detaylarıyla yayınlamıştır.[30]

Konuşmaları gizlice dinlenip kaydedilenler arasında Yüksek Öğretim Kurumu'nun eski başkanı Erdoğan Teziç ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin ileri gelen üyeleri de vardı. Bu gizli kayıtlar, İslamcı websitelerinde ve Fethullah Gülen'in gazeteler şebekesinde yayınlanmıştır. Pekçok Türk gazeteci bu konuşmaların Fethullaçılar tarafından kontrol edilen polis teşkilatı tarafından gizlice kaydedildiğine inanmaktadır. Raporlara göre, dinleme masasının başındaki şahıs, Ağustos 2005'te Tayyip Erdoğan tarafından göreve getirilmiş bir Fethullah Gülen örgütü üyesidir.[31] Vakit, Yeni Şafak, Zaman, and the AKP yanlısı "liberal" Taraf dahil, bütün İslamcı gazeteler, devlet binaları ve askerî karargâhlardaki özel konuşmaları yayınlamışlardır. İslamcı, AKP yanlısı medya, güya AKP hükûmetini yıkmayı amaçlayan sözde Ergenekon komplosunun laik askerî personeli, gazetecileri ve üniversite profesörlerini kapsayan "çok gizli" polis operasyonunun kanıtlarını yayınlamaktan çekinmemiştir.[32] Bu tür sızıntıların en önemli amacı, AKP'ye karşı çıkan, onu eleştiren herkesi anında taciz edip cezalandırmak ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmaktır.

Polis Teşkilatı'ndaki İslamcılaşmanın, AKP karşıtı göstericilerin maruz kaldığı polis zorbalığına da katkıları çok büyük olmuştur. 1 Mayıs 2008'de polis, İstanbul'un Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs Bayramı'nı kutlamak isteyen işçilere gaz bombaları, biber gazı ve sopayla işkence etmiştir. Pekçok gösterici yaralanmıştır.[33] İşçi sendikaları ve muhalefet partileri, polis zorbalığını şiddetle kınamış ve Erdoğan'ı muhalif sesleri polis aracılığıyla susturmakla suçlamıştır.[34] Polis, İstanbul Tuzla limanındaki işçi protestolarını da bastırmıştır.[35] Aynı şekilde, polis, Erdoğan'ın politikalarını eleştirmeye kalkışan vatandaşları taciz etmiştir. Erdoğan'ın korumaları, Erdoğan'ın sosyal güvenlik politikalarını açıkça eleştirdiği için, 46 yaşındaki Antalyalı bir adamı kaçırmış, adamı kimselerin bilmediği bir yerlere götürüp dövmüş, tehdit etmiştir. Bu saldırıya maruz kalan adam, Erdoğan'ın korumalarının evine gizlice silah ya da uyuşturucu madde saklayabileceklerini, kendisini öldürebileceklerini bildirmiştir.[36] Türk Silahlı Kuvvetleri anayasanın garantörü olsa da, Nurettin Veren, Fethullahçıların polise ve diğer kurumlara olduğu kadar, orduya da sızdıklarını iddia etti:

Fethullahçı subaylar bir zamanlar bizim öğrencilerimizdi. Onları mali açıdan destekledik, eğittik, onlara yardımcı olduk. Bu minnettar çocuklar mezun olup etkili mevkilere çıktıklarında, kendilerini ve mevkilerini Fethullah Gülen'in hizmetine adadılar... Emir ve direktifleri Fethullah verir ve bu subaylar sayesinde devlet içindeki iktidarını korur... Fethullah'ın öğrencileri polis akademisinden, askerî okullardan mezun olduklarında—tıpkı yeni doktorlar ve avukatlar gibi—minnetkârlıklarını kanıtlamak için ilk maaşlarını Fethullah Gülen'e verirler. Hatta yeni mezun olmuş subaylar, mezuniyet töreninde kendilerine verilen kılıçları Fethullah'a hediye ederler.[37]

Nurettin Veren'e göre, Fethullah Gülen Türk Silahlı Kuvvetleri'ki her kırk İslamcı subay içinden bir tanesinden fazlasının atılmamasını, geriye kalan İslamcı subayların ise sanki hücre evlerindeymiş gibi gizlenmeleri gerektiğini savunmuştur. Bu tip iddialar komplö teorilerinin ürünleri gibi görünseler de, son zamanlardaki AKP yanlısı medyaya yapılan sızıntılar, askerî kadrolara sinmiş pekçok İslamcı gücün olduğunu kanıtlıyor; Fethullah Gülen'e bağlı altyapının Genel Kurmay Başkanlığı'nda önemli bir yeri olduğu spekülasyonlarını ortaya atıyor. Yüksek Askerî Şura'nın, tarihinde ilk kez, hiçbir şüpheli İslamcı subayı ordudan atmaması, bu tip spekülasyonlara geçerlilik kazandırıyor.

AKP hükûmeti, Gülen hareketine yargı analında da yardımcı olmuştur. İktidarının ilk beş yılında Erdoğan, binlerce yargıç ve savcıyı AKP yanlısı kişilerce değiştirmiştir. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı da bir İslamcı olduğuna göre, selefi Ahmet Necdet Sezer'in aksine, bu tip önemli pozisyonlara İslamcıların atanmasını veto etmesi pek mümkün görünmüyor. Tam tersi, AKP bu tip binlerce yeni atamalar yapmak istiyor.[38] AKP, yargıç adaylarının İslam'a ve İslamcılığa bağlılıklarını ölçmek için önce AKP bürokratları tarafından mülakata tabi tutulmasını zorunlu kılan bir yasa çıkarmıştır. AKP'nin yargı sistemini hedeflediğinin en belirli örneklerinden biri, Van Üniversitesi eski rektörü Yücel Aşkın'ın AKP yanlısı, laiklik düşmanı kişilerce tacize ve cezalandırmaya tabi tutulmuş olmasıdır.[39] Buna, savcının Genelkurmay Başkanı olmadan önce General Yaşar Büyükanıt'ı Şemdinli soruşturmasına bulaştırmaya çalışmış olması ve Ergenekon masalı da eklenebilir.

Bu tip inanılmaz bir şekilde politik ve intikam duygularıyla beslenen davalar, Utah Üniversitesi siyaset bilimcisi Hakan Yavuz gibi bazı eski Fethullah Gülen sepatizanlarının fikir değiştirmelerine neden olmuştur. Bir mülakatta, Yavuz odatv.com'a dört önemli hukukî davanın düşüncelerini değiştirdiğini bildirmiştir: Aşkın davası, Şemdinli davası, 2005'te gerçekleştirilen Atabeyler operasyonu (sözde Tayyip Erdoğan'a süikast düzenlemeye çalışan bir "çete"ye karşı yapılan operasyon)[40] ve Ergenekon masalı (soruşturması). Yavuz şöyle açıklıyor: "Cemaat bu dört davayı da yönlendirmeye çalışmıştır. Cemaat'in gazetelerinin arşivlerindeki Yücel Aşkın'ı yok etmeye yönelik iftira dolu raporlara bakın! Şimdi de Ergenekon masalı! Bu derece önemli insanları yargısız, bir yıldan fazla hapisanelerde çürütmek kabul edilebilir birşey değil." Yavuz, Gülen Cemaati'nin kendi üyelerine çok başka bir dille konuştuğunu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel felsefesiyle çelişen bir siyasi ajanda peşinde koştuğunu vurguladı. Hakan Yavuz, Fethullahçıları insanları parayla satın almakla suçladı. Yavuz, Fethullahçıların insanları büyük paralar karşılığı Cemaat'e kazandırmaya çalıştıklarını ve onların laik Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı konuşup yazı yazmaları için, herhangi bir fatura vermeksizin, Cemaat tarafından satın alındıklarını itiraf etti.[41]

Beşinci Aşama

Polis, ordu ve mahkemeler Türkiye Cumhuriyeti bünyesindeki birtakım resmî yapılanmalar aracılığıyla normalde hukukun üstünlüğünü korumakla yükümlü gibi görünse de, birtakım güçlerin Türk medyasını kontrol ve suistimal etmesi mümkündür. Türk medyasının geleneğinde gücü kötüye kullanma ve yolsuzluğu korkusuzca duyurma vardır. Erdoğan başbakanlık koltuğuna oturduğu günden itibaren "basın özgürlüğü" kavramından ne kadar nefret ettiğini kanıtlamıştır. Erdoğan'ın böyle bir kavrama tahammülü yoktur. AKP hükûmeti, sistemli bir şekilde sadece hükûmeti öven ve hükûmet adına konuşan bir medya tekeli yaratmaya çalışmıştır. Erdoğan kontrol edemediği medya organlarına acımasızca saldırmıştır. Yönetiminin daha ilk döneminde Erdoğan altmış üç gazeteciye, pekçok yazara ve muhalefet partilerinin millet vekillerine karşı yüzden fazla dava açmıştır. Bu davaların tam sayısı büyük bir ihtimalle çok daha korkunç boyutlardadır. 2008'de Erdoğan, Demokratik Sol Parti'nin parlementoda, gazetecilere karşı kaç tane dava açtığına dair yönettiği soruyu, bu tip bilgilerin kendi "şahsî" hayatıyla ilgili olduğu gerekçesiyle yanıtsız bırakmıştır.[42] Erdoğan'ın hür gazeteciler aleyhine açtığı davaların nedeni, diğer demokrasilerde son derece normal olarak karşılanan eleştirilerdir. Mesala, 2005'te Erdoğan Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Musa Kart'ı kendisini bir yumak ipliğe sarılı bir kedi olarak resmettiği için mahkemeye vermiştir. Aynı şekilde, geçen yıl haftalık mizah dergisi Leman'ı 30 Ocak 2008'deki kapağında kendisini küçük düşürdüğü gerekçesiyle dava etmiştir.[43]

Erdoğan, açtığı bu davaların kimilerini kaybetmiş olsa da, davaların etkisi tüyler ürperticidir. Gazeteciler, yaptıkları her eleştirinin malî bir bedeli olduğunu, Başbakan tarafından cezalandırılacaklarını, hatta yayınlarının AKP kanalıyla toplatılabileceğini biliyorlar.AKP'nin altı yıllık iktidarı süresinde, hükûmet pekçok medya organını pençesine alıp AKP yandaşı Fethullahçı holdinglere satmıştır. Söz gelimi, 2007'de TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu), Türkiye'nin ikinci büyük medya grubu olan Sabah-ATV'yi bir geceyarısı baskınıyla ele geçirmiştir. Erdoğan tarafından atanan kişilerce doldurulan TMSF, daha sonra yönetim kurulu başkanlığını Erdoğan'ın damadının yaptığı Çalık Holding'e satılmıştır. Çalık, bunun finasını iki devlet bankasından aldığı borçla ve Katar merkezli bir medya şirketine Sabah hisselerinin yüzde yirmibeşini satarak gerçekleştirmiştir. Ahmet Çalık'ı Ocak 2008 Suriye ziyareti sırasında Katar Emiri Hamad bin Halife'le tanıştıran kişi ise Abdullah Gül'dür. Çalık Şubat'ta Gül'e, Nisan'da Erdoğan'a Katar ziyaretleri sırasında eşlik etmiştir. Medya, Sabah-ATV grubunu satın almak isteyen diğer ticaret birliklerinin Erdoğan tarafından ihaleden çıkmaya zorlandıklarını, böylece Çalık'ın tek ihale teklifçisi konumuna kavuşturulduğunu bildirmiştir.[44] O zamandan beri Sabah gazetesi hizmette kusur etmeden AKP'nin savunuculuğunu yapıyor. Eylül 2008'de Erdoğan bütün parti üyelerinin ve yardımcılarının Doğan Medya Grubu'nun gazetelerini boykot etmesini emretti. Bunun tek sebebi, Doğan Grubu'nun İslamcı "yardım kurumları"nın para aklama faaliyetlerini yayınlamasıydı.[45] Zaman, Sabah, Yeni Şafak, Türkiye, Star, Bugün, Vakit, ve Taraf gibi İslamcı gazeteler ile İslamcı televizyon kanallarını ve radyo istasyonlarının AKPci ve/veya Fethullahçı sahipleri vardır. Tirajlarına baktığımızda, İslamcı gazetelerin Türkiye'deki gazete satışlarının en azından yüzde kırkını ellerinde tuttuklarını görüyoruz.[46]

Fethullah Gülen'in Planları

Holdinglerin Türk toplumunda her zaman çok önemli bir yeri olmuştur. Aydın Doğan ve Mehmet Emin Karamehmet gibi laik işadamlarının hem endüstri alanında, hemen de medya, bankacılık sektörü, hatta eğitimde önemli çıkarları vardır. Ama Türkiye tarihinde başka hiçbir kişi Fethullah Gülen'inki gibi Türk toplumunu kökten değiştirmeye çalışan bir siyasi hareket başlatmamıştır. Bugün Gülen güçlü bir partizan medyayı kontrolü altında tutuyor. Bu şebeke sadık bürokratları, partizan üniversiteleri, akademiyi, partizan savcı ve yargıçları, partizan emineyet ve istihbarat kurumlarını, partizan kapitalist ticaret odalarını, sivil toplum kuruluşlarını, işçi sendikalarını, partizan öğretmenleri, doktor ve hastaneleri içeriyor. Fethullah Gülen'i bu denli tehlikeli kılan nedir? Bu sorunun en iyi yanıtı Gülen'in kendi vaazlarında gizlidir. 1999'da Türk televizyonu Gülen'in üyelerinden oluşan bir kalabalığa vaaz verdiği bir video kaydını yayınlamıştır. Bu kayıtta Fethullah Gülen, Şeriat kurallarıyla yönetilen bir İslamcı Türkiye hayalerini ve bu hayalleri nasıl gerçekleştireceğinin yollarını anlatıyordu. Gülen vaazlarda şunları söylüyordu:

Belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar... bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır, zaruri ve luzumlu. Yanlış birşey yapar, kıvama ulaşılmadan, özleriyle tam bütünleşmeden, gereken mesafe alınmadan, bir kısım erken vuruş diyebileceğim çıkışlar yaparlarsa dünya başlarını ezer ve Müslümanlara Cezayir'deki hadise gibi yeni bir hadise yaşatırlar. Suriye'deki 82 vakıası gibi bir fecaat yaşatırlar. Her sene Mısır'da yaşanan fezaat ve fecaat gibi fezaat ve fecaat yaşatırlar... Böyle bir dönemde, tam özünüzü bulacağınız, kıvama ereceğiniz ana kadar dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağınız ana kadar... Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekebileceğiniz ana kadar her adım erken sayılır. Her adım yirmi gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi birşeydir. Civcivleri terkedip terkeden bir kuluçka gibi civcivleri doluya, fırtınaya terketmek gibi birşeydir. Ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünyayla hesaplaşma işidir... Bunca kalabalık içinde ben bu duygu düşüncemi sözde mahremce anlattım ama sizin mahremeyete sadık, mahremiyet mevzuunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum ki elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi bu düşünceleri de... çöp kutusuna atıp geçeceksiniz.

Fethullah şöyle devam ediyor:

Her yerin kapalı olduğu, kapıların kilitlenmiş olduğu zamanlarda bizim Işıkevlerimiz eskisinden çok daha önemli görev yaptılar. Eskiden medreseler vardı, görevleri vardı, okulların görevleri vardı, tekkelerin görevleri vardı. Bu Işıkevleri okul olmak, medrese olmak, aynı zamanda tekke olmak zorundaydı... İzin devletten gelmedi, devletin kanunlarından gelmedi, bizi yönetenlerden de gelmedi. İzin Allah'tan geldi... Allah camilerde olduğu gibi, isminin bu evlerde anılmasını, çalışılmasını, öğretilmesini istiyordu.[47]

Başka bir vaazda Gülen şunları söylüyor:

Çok sancılı bir baharda yaşıyoruz. Yeni bir millet doğuyor. Milyonların milleti doğuyor, yüzyıllarca yaşayacak, Allah'in izniyle. Kendi kültürüyle kendi yapısıyla. Bir doğum nasıl sancı verirse, milyonlarinki de sancısız olamaz. Elbette sancı çekecegiz. Bir millet ateizme açılmışken, materyalizme açılmışken, kendinden kaçmaya alışmışken... kendine ait bütün değerleri arkasına atıp bir mevcud-ı mechule, bir ma'şuk-ı mechule doğru koşmuşken... geriye dönülmesi zannelidiği kadar kolay olmayacaktır ve bunun için ne çekilse... değer.[48]

Ve Gülen başka bir vaazında meydan okuyor:

Bizim hizmetimizin felsefesi biryerlerde bir ev açmaktır ve bir örümceğin sabrıyla ağlarımızı öreceğiz, insanların gelip bu ağlara düşmesini bekleyeceğiz ve ağlara düşenleri eğiteceğiz. Biz ağlarımızı onları yemek için değil, kurtuluşlarını göstermek, ölü vücutlarına ruhlarına can vermek için kuruyoruz.[49]

Fethullahçıların çoğu ve Cemaat'e çalışan İslamcı medya, bu vaaz kayıtlarının belli ölçülerde tahrif edilmiş olduğunu iddia etseler de,[50] Fethullah Gülen örgütünden kaçmayı başarmış kişilerce hazırlanan video kliplerinin sayısına bakarsanız, bu iddia ve inkârların tutarsızlığı daha iyi anlaşılır.

Fethullah Gülen'e Amerikan Hükûmeti Desteği İddiaları

Pekçok Türk analist, Gülen ve Amerikan hükûmetindeki detekleyicilerinin henüz seçimleri kazanmadan önce Erdoğan'a Beyaz Saray'dan bir davetiye temin ettiğine inanıyor. O zamanlar Erdoğan'a İslamcı faaliyetleri nedeniyle politika yasağı getirilmiş ve bu olay 2002 Türkiye seçimlerinden önce bir ABD onayı olarak sunulmuştu. Gülen'e Amerikan hükûmeti ve özellikle de CIA desteği verildiği, Türkiye'nin laik elitleri arasındaki hâkim bir görüştür ama ortada bu iddiaları doğrulayabilecek hiçbir kanıt yoktur.

Türk laiklerinden "Gülen'e ABD'nin destek verdiği" varsayımlarını kanıtlamaları istendiğinde genellikle Gülen'in Pennsylvania'daki 20 yıllık ikametini "kanıt" olarak gösterirler. 24 Haziran 2008'de Yargıtay, daha önemsiz bir mahkemenin Gülen'i laik Türk Cumhuriyeti'ni devirmek amacıyla yasadışı bir terör örgütü kurmak suçundan beraat ettirmesini olayladığında, Gülen başka bir hukuk savaşını daha kazanmıştı—bu kez Amerika Birleşik Devletleri'nde. Bir Federal Mahkeme, Amerikan İç Güvenlik Kurumu'nun ve Göçmenlik Bürosu'nun Gülen'in Yeşil Kart başvurusunu "eğitim alanında olağanüstü yeteneklere sahip kişi" kriterine uymadığı için reddetmesi kararını, geri çevirmişti. Amerikan İç Güvenlik Kurumu Fethullah Gülen'i eğitim alanında bir uzman ya da bir eğitimci olarak değil, "çok büyük ve etkili bir dinci ve siyasi hareketin holdingler sahibi bir lideri" olarak tanımlamıştı.[51]

Gülen'in bu mahkeme kararıyla Amerika'da oturma izni alması Türk analistlerin komplo teorilerini beslese de, Amerikan hükûmeti Gülen'i yücelten bütün faaliyetlerin kendi hareketi tarafından finanse edildiğini belirtti. Gülen 18 Haziran 2008'deki duruşması için hazırlanan dosyasına çoğu ilahiyatçılardan ve kendisini ve örgütünü destekleyen Türk politikacılardan gelen 29 destek mektubu ekledi. John Esposito—Suudi Arabistan'ın finanse ettiği Prince Alwaleed Bin Talal Center for Muslim-Christian Understanding'in direktörü—Fethullahçılardan büyük miktarlarda bağış aldıktan sonra, Gülen onuruna bir konferans sponsor etti ve Gülen'in savunma dosyasına eklenecek bir mektup yazdı. İki eski CIA çalışanı, George Fidas ve Graham Fuller ile Amerika'nın eski Türkiye büyükelçisi Morton Abramowitz da Gülen için destek mektubu yazdı.

Mektuplar işe yaramış görünüyor. 16 Temmuz 2008'de Amerikan bölge yargıcı Stewart Dalzell bir genelge yayınladı. Bu genelgeyle Amerikan Göçmenlik Bürosu'nun Gülen'e 1 Ağustos 2008'e kadar, "olağanüstü kaabiliyetlere sahip bir yabancı" olduğu gerekçesiyle, çalışma izni vermesini telep ediyordu. Mahkeme, göçmenlik bürosu soruşturmacısının Gülen'in başarılarını ölçmek için sadece "eğitim alanı"nı kullanmasının bir hata olduğuna, ilahiyat, siyasi bilimler ve İslam araştırmaları alanlarının da göz önüne alınmasının gerektiğine karar verdi. Mahkeme, Amerikan Vatandaşlık ve Göçmenlik Servisi Yönetimi Temyiz Bürosu'nun Gülen'in eserlerinin "bilimsel" olmadığı yolundaki hükmünün de hatalı olduğu kanısına vardı. Bu kararın en büyük nedeni mahkemenin "bilimsel" kelimesini son derece muğlak bir şekilde yorumlamasıydı. Son olarak, mahkeme Gülen'in Amerika'da yaşamak isteyen kişilerde aranan "Birleşik Devletler'in menfaatinedir" zorunluluğunu da yerine getirdiği kararını verdi.[52]

İkametinin ardındaki hukukî mantık ne olursa olsun, ABD'nin Gülen'e oturma izni vermiş olması, Gülen hareketinin "Washington'ın AKP ve Fethullahçı yandaşlarına destek verdiği" imajını yaymaya devam etme gücünü verecek ve Türkiye, kuruluşunun yegane temeli olan laiklikten biraz daha uzaklaşacaktır.

Sonuçlar

Gülen pekçok dostun, bütün dünyayı dolaşan yoldaşlarının ve parayla satın alınmış gazeteci ve akademisyenlerin desteğinin verdiği keyfi çıkarıyor. Gülen'in faaliyetlerinden duyulan endişe, çoğu zaman Türk, Amerikan ve Avrupa medyası tarafından "paranoya" olarak sunuluyor, bu konudaki uyarılar ciddiye alınmıyor. Türkiye'nin başsavcısı AKP'yi laik anayasayı yok etmeye çalışmak suçundan dava ettiğinde, İslamcılara destek veren medya ile Batılı diplamat ve gazeteciler, davayı "anti-demokratik bir hukukî darbe" olarak yorumladılar.[53] Ama bu kaynakların büyük bir çoğunluğu, İslamcılıkla demokrasi arasında, laiklikle faşizm arasında bir dikotomi olduğu varsayımından yola çıkarak, Ergenekon tutuklamalarını da topa tuttular. İslamcı medya tarafından Türkiye'deki İslamcıların "reformcu demokratlar," modern, laik Türk aydınlarının ise "gericiler" olarak sunulmaya devam edilmesi, modern politikadaki en saldırgan ama maalesef etkili yalanlardan biridir.[54]

Türkiye'de dindar Müslümanların Ramazan'da oruç tuttukları için saldırıya uğradıkları görülmemiş bir olayken, son yıllarda bunun tam tersi pekçok olay yaşanmış, oruç tutmadıkları ya da içki içtikleri için pekçok Türk vatandaşı İslamcı saldırıların kurbanı olmuştur.[55] Kadınlar Şeriat kuralları doğrultusunda başlarını kapayıp memleketin her yanında serbestçe dolaşabildikleri halde, türban takmayan Türk kadınları belli bölgelerde dışlanmış, pekçok kez saldırılara maruz kalmışlardır.[56]

Batı dünyasında hâkim olan "dindar Müslümanlarla din-karşıtı laik Kemalistler arasındaki çatışma" imajının tam tersi, laikler dahil, Türklerin büyük bir çoğunluğu geleneksel ve dindar insanlardır ve kendilerini "önce Müslüman" olarak tanımlarlar.[57] Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti anayasası bütün Türk vatandaşlarını "Türk" olarak kabul etse de, ülkedeki yaygın ve hâkim anlayış, "Türk" olabilmenin tek yolunun "Müslüman" olmaktan geçtiği yolundadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir kurumunda tek bir gayrimüslim vali, büyükelçi, subay ya da polis şefi olmaması, Türkiye'de İslam'ın hâkimiyetinin kanıtlarındandır. Fethullah Gülen Türkiye'deki kişisel özgürlüklerin artması için değil, İslam'ı caminin ve özel alanın sınırlarından kurtarıp onu toplumun her alanında hâkim kılmak, hayattaki bütün ilişkileri İslam kurallarına göre yeniden düzenlemek için savaşıyor.[58] Gül ve Erdoğan dahil, AKP liderleri "İslam'ın camide tutuklu kılınmış olması"na karşı çıkan görüşlerini defalarca ifade etmiş, İslam'ın bir yaşam biçimi olarak her tarafa hâkim olması gerektiğini talep etmişlerdir. Türklerin büyük bir çoğunluğu, kısa bir zaman önce AKP liderlerinin laikliğin "din ve devlet işlerinin ayrımı" olarak tanımlanmasına nasıl karşı çıktıklarını çok iyi hatırlıyor. Gül—27 Kasım 1995 tarihinde The Guardian'da yaptığı mülakat dahil—laikliği her fırsatta aşağılamıştır. Türk İslamcıların yegane gayesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş prensiplerini ortadan kaldırmaktır. Amerika Birleşik Devletleri ve Batı liderleri Fethullah Gülen'in "hoşgörü" retoriğinin bir aldatmaca olduğunu görmemeye devam ettiği sürece, kendilerini "dinlere özgürlük diyaloğu"nun değil, "Türkiye'yi kim kaybetti?" sorusuna yanıt aramaya çalışan bir aşamanın kurucuları olarak bulacaklardır.

[1] Can Dündar, Milliyet (İstanbul), Haziran 21, 2007; Reha Muhtar, Vatan (İstanbul), Haziran 22, 2007.

[2] Milliyet, Mart 10, 2008; Hürriyet (İstanbul), Mart 10, 2008.

[3] Helen Rose Ebaugh ve Doğan Koç, "Funding Gülen-Inspired Good Works: Demonstrating and Generating Commitment to the Movement," fgulen.com, Oct. 27, 2007.

[4] Merdan Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı? (İstanbul: Siyah Beyaz Yayın, 2006), Nurettin Veren'in Kanaltürk'te verdiği söyleşilere dayanarak, Haziran 26, Temmmuz 3, 2006.

[5] "Fethullah Gülen Is an Islamic Scholar and Peace Activist," International Conference on Fethullah Gülen, Erasmus University, Rotterdam, The Netherlands, Kasım 2007; J. J. Rogers, "Giants of Light: Fethullah Gülen and Meister Eckhart in Dialogue," The University of Texas, San Antonio, Tex., Kasım 3, 2007.

[6] Söz gelimi, bk., Rogers, "Giants of Light"; USA Today, Temmuz 18, 2008.

[7] Bülent Aras, "Turkish Islam's Moderate Face," Middle East Quarterly, Eylül 1998, s. 23-9.

[8] Anadolu Ajansı (Ankara), Şubat 10, 1998.

[9] "Muslim World in Transition: Contributions of the Gülen Movement" konferansında Mevlana Celleddin-i Rumi'den alıntıların yeraldığı broşürler dağıtılmıştır (London, Ekim 25 – 27, 2007).

[10] Aland Mizell, "Clash of Civilizations versus Interfaith Dialogue: The Theories of Huntington and Gülen," KurdishMedia.com, Aralık 31, 2007; "Are Islam and Kemalism Compatible? How Two Systems Have Impacted the Kurdish Question?" Iraq Updates, Kasım 28, 2007.

[11] Nurettin Veren'le Söyleşi, Kanaltürk, Haziran 26, 2006.

[12] Ibid.

[13] Sabah (İstanbul), Kasım 30, 2004.

[14] Veren mülakatı, Kanaltürk, Haziran 26, 2006.

[15] Cumhuriyet (İstanbul), Aralık 23, 2007.

[16] Bayram Balcı, "Central Asia: Fethullah Gülen's Missionary Schools," Ekim 2001.

[17] Merdan Yanardağ ile mülakat, Gerçek Gündem (İstanbul), Kasım 20, 2006.

[18] Hürriyet, Nisan 11, 2008.

[19] Erik-Jan Zürcher, "Kamermeerderheid Eist Onderzoek Naar Turkse Beweging," NOVA documentary, Temmuz 4, 2008.

[20] Cumhuriyet, July 9, 2008; Netherlands Information Services, Temmuz 11, 2008.

[21] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı?

[22] Adil Serdar Saçan, mülakat, Kanaltürk, Temmuz 3, 2006.

[23] Ibid.

[24] Samanyolu televizyonu, Ekim 13, 2008.

[25] Söz gelimi, Michael Rubin, "Erdoğan, Ergenekon, and the Struggle for Turkey," Mideast Monitor, Ağustos 2008.

[26] Yanardağ mülakatı, Gerçek Gündem, Kasım 20, 2006.

[27] Vatan, Haziran 2, 2008; Hürriyet, Haziran 2, 2008.

[28] "ŞOK! Tuğgeneral Münir Erten'den ŞOK açıkklamalar!" Ekim 27, 2008'de ulaşıldı.

[29] "Şok Video! Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci," Ekim 27, 2008'de ulaşıldı.

[30] Vakit (İstanbul), Haziran 14, 2008.

[31] Vatan, Haziran 2, 2008; Hürriyet, Haziran 2, 2008.

[32] BBC News, Şubat 4, 2008; Frank Hyland, "Investigation of Turkey's 'Deep State' Ergenekon Plot Spreads to Military," Global Terrorism Analysis, Jamestown Foundation, Temmuz 16, 2008.

[33] Reuters, Mayıs 1, 2008; Sendika.org, Labornet Turkey, Mayıs 1, 2008; Vatan, May 1, 2, 2008; Milliyet, Mayıs 1, 2, 2008; Hürriyet, Mayıs 1, 2, 2008

[34] Vatan, Mayıs 2, 2008; Milliyet, Mayıs 2, 2008; Hürriyet, Mayıs 2, 8, 2008.

[35] Hürriyet, Şubat 28, 2008.

[36] Milliyet, Mayıs 14, 2008.

[37] Yanardağ, Fethullah Gülen Hareketinin Perde Arkası, Türkiye Nasıl Kuşatıldı?

[38] "Turkish Judiciary at War with AKP Government to Defend Its Independence," MEMRI Special Dispatch No. 1520, Mart 27, 2007.

[39] "The AKP Government's Attempt to Move Turkey from Secularism to Islamism (Part I): The Clash with Turkey's Universities," MEMRI Special Dispatch No. 1014, Kasım 1, 2005; "Professor from Van University in Turkey Commits Suicide after Five Months in Jail without Trial," MEMRI Special Dispatch No. 1025, Kasım 18, 2005.

[40] Zaman (İstanbul), Nisan 18, 2008.

[41] Odatv.com, Mayıs 30, 2008; Hürriyet, Haziran 13, 2008; Akşam (İstanbul), Haziran 16, 2008.

[42] Radikal (İstanbul), Nisan 7, 2008.

[43] Hürriyet, Ekim 21, 2008.

[44] Hürriyet, Mayıs 14, 2008.

[45] Hürriyet, Eylül 7, 8, 9, 10, 11, 12, 2008.

[46] Milliyet, Temmuz 14, 2008; Cumhuriyet, Temmuz 15, 2008

[47] ATV, Haziran 18, 1999.

[48] ATV, Haziran 18, 1999.

[49] ATV, Haziran 18, 1999; "The Upcoming Elections in Turkey (2): The AKP's Political Power Base," MEMRI Inquiry and Analysis No. 375, Temmuz 19, 2007.

[50] Sabah, Ocak 2, 3, 2005.

[51] "Fethullah Gülen v. Michael Chertoff, Secretary, U.S. Dept. of Homeland Security, et al," Case 2:07-cv-02148-SD, U.S. District Court for the Eastern District of Pennsylvania.

[52] "Fethullah Gülen v. Michael Chertoff, Secretary, U.S. Dept. of Homeland Security, et al," Case 2:07-cv-02148-SD, U.S. District Court for the Eastern District of Pennsylvania.

[53] Turkish Daily News (Ankara), Mart 16, 2008; Vakit, Haziran 7, 9, 2008; Yeni Şafak (İstanbul), Haziran 9, 2008.

[54] Mustafa Akyol, "The Threat Is Secular Fundamentalism," International Herald Tribune, Mayıs 4, 2007; "Islam Will Modernize—If Secular Fundamentalists Allow," Turkish Daily News, Mayıs 15, 2007; "Mr. Loğoğlu Is Wrong, Considerably Wrong about Turkey," Turkish Daily News, Mayıs 24, 2007.

[55] Vatan, Ağustos 21, 2008; Turkish Daily News, Eylül 23, 2008.

[56] Hürriyet, Şubat 14, 2008; Milliyet, Şubat 14, 2008; Vatan, Şubat 14, 2008, Cumhuriyet, Şubat 14, 2008.

[57] Yeni Şafak, Temmuz 7, 2006.

[58] "Turkish PM Erdogan in Speech during Term as Istanbul Mayor Attacks Turkey's Constitution, Describing It as 'A Huge Lie': 'Sovereignty Belongs Unconditionally and Always To Allah'; 'One Cannot Be a Muslim and Secular,'" MEMRI Special Dispatch No. 1596, Mayıs 23, 2007.

DOWNLOAD:
Döküman olarak indirmek isteyenler için PDF ve WORD döküman versiyonları aşağıda verilmiştir. Metinlere tıklayarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

Fethullah Gülen Tehlikesi (PDF Versiyon)

Fethullah Gülen Tehlikesi (WORD DOC Versiyon)

Devamını oku "Fethullah Gülen ve Türkiye'deki İslamcılık Tehlikesi"

2 Haziran 2009 Salı

Ergenekon En Kapsamlı Psikolojik Saldırı Örneğidir





PROF. MEHMET KEREM

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü

ataturk18mediumoo8 Ergenekon aslında ATATÜRK'ün kişiliğine ve onun kişiliğinde var olmuş Türk milletine cumhuriyetine karşı girişilen en kapsamlı psikolojik saldırı örneğidir. Bu nedenle tutuklamaların yarattığı asıl tahribatın da bu psikolojik cepheden geleceğini görmemiz gerekiyor.!

PAVLOV'un köpekleri ve milli refleksin kırılması

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp fakültesi psikiyatri bölümü Profesörü Mehmet Kerem DOKSAT şöyle açıklıyor:

“Bilirsiniz, ünlü Rus fizyolog PAVLOV, köpeklerine et verirken bir yandan zil çalınca ve bunu defalarca yapınca, bir süre sonra eti görmeden de zil sesini işitince hayvanın salyası akmaya başlar. Bu şartlı reflekstir: Hayvanın tabiatında olmayan bir uyaran (zil sesi) , onu tabiatında olan eti görmüş gibi heyecanlandırmaktadır. Ama eğer sürekli olarak zil çalıp hiç et göstermezseniz, bir süre sonra bu şartlı refleks söner; devamının tesisi için arada et de gösterilerek pekiştirilmelidir.

Hiçbirimiz dünyaya Türk, Meksikalı, Sünni veya Katolik olarak gelmeyiz; bunlar bize öğretilen değerler, yani şartlı reflekslerdir. eğer pekiştirilmezlerse, zamanla sönerler.

Bir gün Pavlov'un enstitüsünü su basar. köpeklerin bir kısmı boğulur bir kısmı da günlerce terörize olur çünkü ölümden zor kurtulmuşlardır. kurtarılabilenler tekrar enstitüye toplanır. Pavlov zil çalar, köpeklerde tık yok! şu müthiş sonuca varır: Ağır travmalar, (ergenekon ve sosyo ekonomik şartlar) şartlı refleksleri ortadan kaldırır.

İnsanı veya hayvanı en doğal, en ilkel haline geri döndürür.

Bir yandan her gün 15–20 şehit, 'kanları yerde kalmayacak' denip sürekli kanlarının yerde kalması, bir yandan ergenekon bilmem ne deyip büyük bir çoğunluğunun suçsuz olduğuna herkesin emin olduğu, hatta tek suçu Atatürk’ü ve onun ilkelerini sevmek olan insanların sabaha karşı evlerinden alınarak hapse atılmaları… bir yandan orada burada araba yakarak, polise taş atarak etnik kalkışmalar… hepsini toplarsanız, temel güvenlik duygusu ortadan kalkıyor.

Pavlov'un köpeklerindeki gibi, bu kadar ağır travmalarla şartlı reflekslerimiz (millî duygularımız ve tepkilerimiz) kırılıyor.

Batılı emperyalistler yok etmek istedikleri uluslara saldırırken o ulusların önderlerinden başlarlar işe. Çünkü ulusal bütünlüğü sağlayan ulusal önderdir. Bunu gayet iyi bilen emperyalistler bu noktada psikoloji bilimini de yardıma çağırırlar.

Mesela Ermenilerle Türkler arasında ulusal bir düşmanlık mı var, orada vamık girer devreye ve bu düşmanlığın kökenlerini inceler.

Peki inceleme dediğimiz şey nedir?

Burada izlenen yol ulusal ya da etnik düşmanlıkların ortadan kaldırılması değil, ABD’nin tehdit olarak gördüğü ulusların ulusal bilinçlerinin, tarihlerinin ve benliklerinin sorgulanması, aşındırılmasıdır.

Kısacası milli duygunun yok edilmesidir etnik psikiyatrinin görevi.

....

İşte bizi ilgilendiren şey de budur.

Bir ulusun ulusal bilincini, ulusal duygusunu ve refleksini nasıl yok edersiniz?
Bunun denenmiş, sınanmış bir yöntemi vardır, o ulusun tarihsel varlığını sorgulamaya açarsınız..


Yani o ulusun tarihini yeniden tartışırsınız.
Mesela Türkler kendilerini kahraman bir ulus olarak mı görüyorlar?
O zaman onlara ne kadar korkak bir ulus olduklarını göstermek gerekmektedir!
Ya da Türkler atalarını, yani Atatürk’ü çok mu yüceltiyorlar?
O zaman onlara Atatürk’ün ne kadar sıradan biri olduğunu gösterin.

...

Farkındaysanız son on yıldır tam da böylesi bır dönemden geçiyoruz. Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına neyi tartışıyoruz ve bizden neyi kabul etmemiz isteniyor?

Diyorlar ki sız soykırımcı bir milletsiniz!
Ermenilere soykırım uyguladınız.
Biz diyoruz ki hayır uygulamadık!
O zaman uyanık emperyalist diyor ki: Tamam madem uygulamadınız, bunu hemen reddetmeyin, tartışalım, öyle bir sonuca varalım.
Size mantıklı geliyor, nasılsa biz suçsuzuz, tartışmadan galip ayrılırız diyorsunuz.
Ama tartışma masası kurulduğunda hiç de ortada eşit bir tartışma şansı olmadığını görüyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz, tüm televizyonlar, gazeteler, aydınlar sizin Ermenileri katlettiğinizi yaymaya başlıyor.
Kanıtları var mı?
Elbette yok!
Ama yalan bir kez yayıldı mı ve yalanı söyleyenlerin sayısı çok oldu mu, gerçeğin sesi çıkmaz oluyor.
Hayır diyorsunuz, gerçekleri bir de biz anlatalım.
Ama anlatamıyorsunuz, çünkü tüm propaganda kanalları size kapatılmış.
İşte o zaman anlıyorsunuz tartışmaya açmak denilen tuzağı.
Çünkü bu sürecin sonunda, ulusal gururu ve hassasiyetleri yüksek insanlar bile 'acaba' demeye başlıyor!
Acaba gerçekten Ermenileri biz mı katlettik?
Yani ulusal benlikte ilk kırılma yaşanıyor...

....

Psikolojik harbin etkisi çok büyük bir hızla bu şekilde yayılıyor.

Sonra sıra Kürtlere geliyor!
Sizden tartışmanızı istiyorlar.
Tartışma başlıyor ve yine kaybediyorsunuz. ..

...

Bir düşünelim,son dönemde neleri tartışmaya açtırdık ve neredeyiz?

Bugün misak-ı milli’yi pek önemsemiyoruz.
Kırmızı çizgileri umursamıyoruz.
Türk Dilinin önemi kalmamış.
Bu ülkede federasyon da olabilir.
Ermenilerden özür dileyebiliriz.
Kürtlere biraz toprak verebiliriz. .
Kısacası ulusal varlığımıza ait hayatı her alanda ve konuda kaybetmiş durumdayız.

...

Peki sıra neye geldi?

ataturk14vh7 Sıra Atatürk’e geldi.
Çünkü önemli olan ulusal önderi yok etmektir.
O halde tüm önderlere yapılanı Atatürk’e de yapalım.
O'nun ne kadar zalim bir diktatör olduğunu tartışalım.
O'nun aslında zaafları olduğunu tartışalım.
Hatta o'nun anasını bile tartışalım.
Evet, emperyalistlerin gündeminde bu vardır.
Tartışın diyorlar biz sizin atanızın anasını tartışmak istiyoruz!
Sonra?
Sonra da sıra sizin ananıza gelecek!
Hepinizinkine gelecek!

....

...

İşte asıl psikolojik harp cephesi de burada kuruluyor!

Yıllar öncesine gidiyorsunuz...
Mondros imzalanmış.
onra düşman askerleri İstanbul’a çıkartma yapmaya başlıyor.
Milyonlarca Türk sadece izliyor!
Demek ki önemli olan ilk adım, işgali izlettirebilmekmiş !
Ama aynı zamanda bir de masa!
Tartışacaksınız.
Tartışma masasında bizim sadrazam emperyalistlere yalvarıyor, biraz acıyın diye.
Peki izleyerek, tartışarak nereye varabilirsiniz?

...

Emperyalistler aslında şu anda beyinlerimize ve yüreklerimize yüzyılın çıkartmasını yapıyor.

mehmetakif Mehmet Akif, Çanakkale için ne diyordu
'Şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.'

...

Çıkartma sürerken iki tavır var alınacak.

Biri İstanbul’da işgalcileri karşılayan ve onlardan tokat yiyen bir Osmanlı paşası olabilirsiniz.
Ya da dolmabahçe'den çıkartmayı izleyen bir padişah.
Belki de evinin perdesini kapatan sıradan ve suskun bir Türk...
Ama aslında hepsi aynı kapıya ve aynı kişiliğe çıkar.
İzlersiniz!
Her şeyi!
Hasan_Tahsin_Uzer Ya da ilk kurşunu atan Hasan Tahsin olursunuz.
Hasan Tahsin’e kadar bu ülkede düşmana hiç kurşun atılmadığını bilmek ne kadar utanç verici aslında!
Peki Hasan Tahsin’i ne kadar tanıyoruz?
Hasan Tahsin’i Hasan Tahsin yapan nedir?

İlk kurşun'dan önce de kurşun atmıştır Hasan Tahsin.

Tarihin garip cilvesi Hasan Tahsin Avrupa’dadır ve bir filme gider.
Filmde Türkler aşağılanmaktadır.
Hasan Tahsin bu filmi izlemez.
'Önce izleyeyim sonra eleştireyim' demez.
Ya ne der?
Türk’e küfredenin canına okurum der!
ve çıkarır silahını ateş eder beyaz perdeye!
Film orada biter!

...

Hasan Tahsin’in insani ve sıradan yanıdır bu.

Hiçbir insan kendisine, anasına, babasına, atasına, milletine, bayrağına küfrettirmez.
En basit insan gerçeğidir.
İlkokulda bir çocuğun anasına küfretmeye kalkarsanız, sizinle anasının durumunu tartışmaz, bunun cevabı suratınıza yiyeceğiniz yumruktur.

Neden?

Çünkü çocuğun en insani ve sıradan yanıdır bu!
İşte ergenekon olayı ,ermeni sorunu Kürt açılımı ve Can Dündar’ın insani denilen (Mustafa) belgeselinin bamteli de burası.

Devamını oku "Ergenekon En Kapsamlı Psikolojik Saldırı Örneğidir"

1 Haziran 2009 Pazartesi

Güneş Umuttan Şimdi Doğar


turkan_saylanG özlerinden aydınlık fışkıran bir bilim insanı, çağdaş, vatansever Türk kadının sembolü. Sanki benim için Atatürk’ün kadın versiyonu. Onun yaşamına baktığımızda hayatını insanlığa adamış bir bilim insanını görürsünüz. O diğer meslektaşları gibi pekala servet sahibi olabilir lüks içinde yaşayabilirdi. O bence ülkemizde bu açıdan bakıldığında tek örnekti. Bana bir tane Prof. titrine sahip olup da ücretini ödemeden mesleki tecrübelerinden yararlanabildiğiniz bir başka örnek gösterebilir misiniz? Tüm hayatını hastalarına ve ülkenin okuma imkanı bulamayan binlerce kız çocuğunu okutmaya, meslek sahibi yapmaya adamış bir insan. Üstelik bütün bunları yani ideallerini yerine getirmek uğruna çok hasta olmasına rağmen kendi sağlığını bir kenara bırakmış. Anadolu’yu karış karış, köy köy dolaşmış. Memlekette (Lepra) Cüzzam denen hastalığın kökünün kazınmasını sağlamış. Sayısız insanlığa hizmet adına ödül almış aydınlık, Atatürk ve eğitim sevdalısı bir bilim insanı.

ihl01_turkan_saylan_1 İşte benim dilimin döndüğünce Türkan SAYLAN. Sabah kalktım ve haberleri dinlerken dünyam yıkıldı. Onu yitirdiğimizi öğrenince yüreğimden bir acı koptu. Bizleri öksüz bıraktı. Anamızı evet türk insanı ANA sını kaybetti, yetim kaldık. Ama eminim onun çizdiği yoldan kendisi gibi yetiştirdiği binlerce kardelen geliyor. Genç on binlerce Türkan Saylan geliyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Kurucularından hakkı nasıl ödenir, ben bilemem…

Türkan Saylan (YAŞAMI) :

Prof. Dr. Türkan Saylan (13 Aralık 1935, İstanbul), Türk doktor ve yazar.

turkan_saylan_cocuklarla_resim1 1944 – 1946 yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946 – 1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi’nde okumuştur. 1963’de İstanbul Tıp Fakültesini bitirmiştir.1964 - 1968 yılları arasında Sosyal Sigortalar Nişantaşı Hastanesi’nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını almıştır. 1968 yılında İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başlamıştır. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere’de ileri eğitim görmüş, 1974 de Fransa’da 1976’da yine İngiltere’de kısa süreli çalışmalar yapmış, 1972’de doçent, 1977’de profesör olmuştur.

saylan_1237839201 1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başlamış, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurmuştur. 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verilmiştir. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün Lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve Başkan yardımcısıdır. Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer almıştır.

1981-2002 yılları arasında 21 yıl, gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yapmıştır. 1982 – 1987 yılları arasında, İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı, 1981 – 2001 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürütmüştür. Aynı kliniğin öğretim üyesi olarak 2002 yılı sonuna kadar çalışmış ve 13 Aralık 2002 tarihinde emekli olmuştur.

1989’da, bir grup Atatürkçü aydın tarafından devrim yasalarını ve laik düzeni koruyup geliştirmek amacıyla oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) kurucularındandır ve halen Genel Başkanlığını yürütmektedir. 1990’da oluşan “Öğretim Üyeleri Derneği”nin kurucusudur ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev almış ve 1996’ya kadar Müdür Yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatölüğünü yapmıştır.

* 1995’de mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)nın ve 1995’de kurulan Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı (TÜRKÇAĞ)’nın kurucusu ve başkanıdır. Birçok mesleki ve sosyal derneğin üyesidir.

turkan_saylan_1 * 1996’da İstanbul Üniversitesi kendisine “Atatürk İlke ve Devrimleri” ödülünü vermiştir. İngiltere dermatologlarının derneği olan Dowling Kulübü (1978) ve “Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği” (1996) tarafından onur üyesi seçilmiştir. Bugüne kadar çok sayıda ödüle layık görülmüştür. “Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü” İstanbul Üniversitesi (1996), “Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü” (1990), “Melvin Jones Ödülü” (1991), “Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü” İncirli Lions (1996), “Kuvayi Milliye Ödülü” Haliç Rotary (1997), “Fahrettin Kerim Gökay Ödülü” Türk Lions Vakfı (1997), “Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü” (1998), “75. Yıl Ödülü” Türk Kadınlar Birliği Şişli Şb. (1998), “Uğur Mumcu – Muammer Aksoy Ödülü” ADD İstanbul Şubesi (1999), “Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi Onur” Ödülü” (2000), İtalya “Foyer des Artistes Kurumu Ödülü” (2001), Cüzzamlı Hastalara verdiği uzun süreli hizmet ve getirdiği bakış açısı nedeniyle “Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği 2001 Yılı Ödülü”, “Atatürk Ödülü” Amerika / Atatürk Topluluğu (2001), “Sanat Kurumu Onur Ödülü” (2002), “Atatürk / Çağdaşlık Ödülü” Dünya Atatürkçü Kuruluşları (10 Kasım 2003), “Üstün Hizmet Ödülü” Yıldız Teknik Üniversitesi (2004), eğitime yaptığı katkılar nedeniyle “Eğitim Ödülü” TED Koleji, “kendinden once hizmet” ilkesine örnek davranışı nedeniyle “100. Yıl Mesleki Başarı Ödülü” Rotary Kulübü, “İnsan Hakları Ödülü” İzmir Karşıyaka Belediyesi (2004), “Türkiye’nin En İyi Eğitimcisi” Ödülü - Tempo Dergisi (2004), Kültür Üniversitesi’nin İstanbul genelindeki üniversitelerin öğrenci ve öğretim üyeleri arasında yaptığı anket sonucunda “Yılın En Yürekli Kadını Ödülü” (2004) , “Puduhepa Ödülü” - Adana Kütür Sanat Derneği (2005), “Meslek Hizmetleri Ödülü” Ankara Emek Rotary Kulübü (Ekim 2005), “Toplumsal Barış Ödülü” Barış Radyo, “İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü” - SODEV Sosyal Demokrasi Vakfı (2005), “İyi Kalpli Ol Ödülü” Türk Kalp Vakfı (2006), “Yılın Başarılı İş Kadınları Ödülü” Dünya Gazetesi (2006), “ÇEK Eğitim Ödülü”, Çağdaş Eğitim Kooperatifi (2006).TURKAN_SAYLAN_resim1

* Gönüllü kuruluş olarak; ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı, sürdürmektedir.

* 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Halen bu görevi sürdürmektedir.

* Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliğiyle görevlendirilmiş ve bu görev Şubat 2007’de bitmiştir.

* 2003 – 2004 arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.

* 2005 yılı başı olarak, toplam 440 yayını bulunmaktadır. Bunların 50’si yabancı dergilerde yayınlanmış tıbbi çalışmaları, 204’ü tıbbi, sosyal ve siyasal içerikli gazete makaleleri, 186’sı ise Türkçe tıbbi dergilerde ve kongre kitaplarında yayınlanmış araştırma, derleme ve olgu bildirimleridir.

turkansaylan * 2’si kitap, 3’ü seminer kitabı olmak üzere 5 yayını editör grubunda yer almıştır. 1. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı adlı ve 5 baskı yapan ders kitabı, makalelerini içeren ve üç baskı yapan Cumhuriyetin Bireyi Olmak, çocukluk yaşamını anlatan ve 4 baskı yapan “AT KIZ”, son yazılarının toplandığı ve 2003’de yayınlanan Cumhuriyetin Bireyi Olmak II, 2004’te Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nca kaleme alınıp T. İş Bankası’nca bastırılan, yaşamının öyküsünü içeren ve altı baskı yapan Güneş Umuttan Şimdi Doğar, 2006’da yayınlanan Cumhuriyet Radyo’da konuklarıyla yaptığı söyleşilerden oluşan “Geçmişten Geleceğe Radyo Cumhuriyet’te Çağdaş İnsan Söyleşileri” olmak üzere altı kitabı yayınlanmıştır. 2005’de Cumhuriyetin Bireyi Olmak I ve II, son dönem yazıları da eklenerek genişletilmiş ve birleştirilmiş baskı şeklinde yayınlanmıştır. Zehra İpşiroğlu’nun Türkan Saylan’la yaptığı, uzun zaman dilimini içine alan bir söyleşiyi kapsayan kitap Yapıcılığın Gücü 2006’da yayınlanmıştır.

* 14 Nisan 2007 Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan mitinglerinin organizasyonunda ve icrasında bulunmuştur.

* Biri grafiker diğeri hekim iki oğlu ve iki torunu vardır. Oğlunun birinin adını Çağlayan diğer oğlunun adını Çınar koymuştur.

CENAZE TÖRENİ VİDEO:

Bu gün Türkan SAYLAN için yazılmış birçok yazı okudum ama içlerinden engüzeli Bekir COŞKUN tarafından yazılanıydı. Okuyunca eminim sizde bana katılacaksınız.

İŞTE O YAZI:

bekir_coskun Bekir COŞKUN

bcoskun@hurriyet.com.tr

Kadınlar gittiğinde...

TÜRKAN Hoca o yazımı çok sevmişti:
"Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde ’yetim-öksüz’ kalan çok olur.

Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak.
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker ’sarıkız’.
Teki kalmış o eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir.
Koridor kimsesiz.
(.......)
Bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur aslında, bir kadın gittiğinde..."
*
Oysa ben o yazımı sevmemiştim.
Çünkü bir kadın gittiğinde, aslında çok şey bırakıyordu arkada.
Bugün televizyonunuzu açıp bakın; bu kadar ifade, anlam, mesaj, söz... Bugün ağlayan o kendisi gibi binlerce yüz, kaç insan bırakabilir arkasında?..
Diyelim ki "çağdaş yaşam"ın anlamını bu topluma kim bu denli anlatabilmişti?.. Ya da içine düştüğümüz felaketin boyutlarını?..
*
Yine de o yazıyı sevmişti Türkan Hoca:
"...Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.

Kapı eşiğindeki ’Dikkat et...ler duyulmaz, annesi gitmiştir ’geç kalma...’nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok ’yetim’ bırakmıştır arkasında..."

19 Mayıs 2009

Devamını oku "Güneş Umuttan Şimdi Doğar"

29 Mayıs 2009 Cuma

deneme

bu bir deneme yazısıdır
Devamını oku "deneme"